Russell, kendi pozisyonunun agnostisizmin ateist kanadında olduğunu belirtir.
Russell'ın göz önünde bulundurduğu dinin her şeyden önce Hristiyanlık dini olduğu, daha sonra görüşlerini genel olarak din kavramının tamamına yaydığı görülmektedir.
Russell, zihinsel bakımdan herhangi bir dinin doğru olduğunu kabul etmek için elimizde yeterli kanıtın olmadığını söyler. Ona göre insanların dini kabul etmelerinin gerçek sebebinin akılla hiçbir ilgisi yoktur. İnsanlar dini duygu yoluyla benimsemektedirler. Ancak, duygularımızın bize hiçbir şekilde doğruyu bulmamızda yardımcı olamayacağını ve dolayısıyla inanmada ortaya çıkan duygu ağırlığının da bu anlamda bizi gerçeklerle buluşturmasının olanaksızlığına dikkati çekmektedir.
"İnananların, inanmayanlara nazaran genellikle daha mutlu veya daha mutsuz olduğunu görmedim. Yani inanmak insanları daha mutlu kılmıyor. Aynı şekilde inanmamak da insanları mutsuz kılmıyor. Bana göre, esas ve önemli erdemler, iyi kalplilik ve zekadır. İnanç vs. değildir. Böyle olmasına rağmen zeka, her türlü inançla engellenir; iyi kalplilik ise günah ve ceza duygusuyla körleşir."
Russell'a göre, dinin bir olumsuz yönü de, onun mantıkla olan ilgisini kuramamış olmasıdır. Ona göre, din ve dolayısıyla inanma, mantığa uygun düşmelidir.
Russell'a göre, Tanrı'nın varlığının kanıtlanması noktasında öne sürülen delillerin arka planında genellikle insanların inançlarını rasyonelleştirme çabaları yatmaktadır. O, Tanrı'nın varlığına inanma isteğinin birtakım deliller ortaya konulmasını sağladığını, böyle bir istek olmasa kanıtların ortaya konulamayacağı görüşündedir.
Russell'a göre, insanları Tanrı'ya inanmaya götüren şey, hiç de bir zihin muhakemesi değildir. Çoğu insanın Tanrı'ya inanması küçük yaştan öyle yetiştirildikleri içindir.
Tanrı'nın "ilk neden" olması hakkındaki görüşü: Her şeyin bir nedeni olması gerekiyorsa, Tanrı'nın da bir nedeni olması gerekir. Nedensiz herhangi bir şey olabilirse, dünya Tanrı'nın kendi de olabilir, böylece bu delilin geçerli bir yönü kalmaz. Russell'a göre, bu, Hinduların görüşüne benzer; onlara göre dünya, bir fil üstünde durmaktadır, filse bir kaplumbağanın. "Peki, ya kaplumbağa?" diye sorulunca, Hintli, "konuyu değiştirsek nasıl olur?" diye cevap vermiştir.
Bertrand Russell'ın "SORGULAYAN DENEMELER"inden:
* Düşünce özgürlüğü lehindeki temel sav, bütün inançlarımızın kuşku götürür olmasıdır.
* İnançların kanıtlara dayanma oranı onlara inananların sandıklarından çok daha düşüktür.
* Ateşli bir şekilde savunulan görüşler asla iyi bir temele dayanmayan görüşlerdir; gerçekten de şiddetli duygusallık, görüş sahibinin rasyonel kanıtlardan yoksun olduğunun bir göstergesidir. Politika ve din konularındaki görüşler hemen hemen tümüyle aşırı duygusallık ile bağıntılı olan türdendir.
* Çok kimse aklın tek işlevinin kişinin kendi özlem ve gereksinimlerinin doyumunu kolaylaştırmak olduğunu söylemektedir.
* Eskiden mantık, çıkarım yapma sanatıydı. Şimdi ise, doğal olarak, yapma alışkanlığımızda olduğumuz çıkarımların ender olarak doğru olduğu anlaşıldığından, mantık da bir çıkarım yapmaktan sakınma sanatı olmuştur.
* Rasyonelliğin kuramsal yanı, olgulara ilişkin kanılarımızı özlemlere, önyargılara, geleneklere değil, kanıtlara dayandırmaktan ibarettir. Rasyonel bir kimse, konuya bağlı olarak, bir hukukçudan ya da bir bilimciden farksızdır.
* Rasyonel bir kişi kesinliğin olanaklı olmadığı durumlarda olasılığı en kuvvetli olan görüşe en büyük ağırlığı verir, yabana atılamayacak ölçüde olasılığı olanları da varsayım olarak aklında tutar; çünkü bunların tercihini gerektiren bazı kanıtlar sonradan ortaya çıkabilir.
* İrrasyonalizm, yani nesnel hakikati yadsımak, hemen her zaman, hiçbir kanıtı olmayan bir şeyde ısrar etmek; ya da çok sağlam kanıtları olan bir şeyi yadsımak arzusundan kaynaklanır.
* Bazı fikirleri benimsemek veya onlara karşı olmak; ya da bazı konularda birşeye inandığımızı veya inanmadığımızı dile getirmek ceza yaptırımlarına yol açıyorsa düşünce "özgür" değildir.
* William James "inanma arzusu" konusunda öğütler vermiştir. Ben şahsen "kuşku duyma arzusu"nu öğütlemek isterdim. İnançlarımızın hiçbiri tam olarak doğru sayılmaz; hepsinde en azından bir belirsizlik, bir hata gölgesi mevcuttur.
* Kendi kuşkuculuğumuz hakkında bile kuşkucu olmalıyız.
* Gerçek bilgiye en yakın şeylerin yalnız bilim alanında bulunabilmesine rağmen, bilimcilerin tutumu kuşku doludur ve zamanla değişebilir.
* Bilimde bir gözlemci, sonuçları "olası hata" değerleri ile birlikte ifade eder. Bir ilahiyatçı veya politikacının dogmalarındaki olası hata payını belirttiğini, ya da onlarda herhangi bir hatanın var olabileceğini kabul ettiğini duyan var mıdır?
Bertrand Russell'a göre din ve korku
Russell, dini, insandaki korku duygusuyla temellendirmektedir.
"Dinin her şeyden önce ve genellikle korku üzerine kurulmuş olduğunu sanıyorum. Bu kısmen bilinmeyenin korkusudur, kısmen de... başınıza gelecek güçlüklerde ve itişmelerinizde yanıbaşınızda duracak bir ağabeyin olmasını size isteten korkudur. Bütün dinin kökü korkudur. Bilinmeyenin, yenilmenin ve ölümün saldığı korku."
Russell, yaşamın her alanında dine gereksinim duymanın yersiz olduğunu ve böyle davranmak isteyenlerin de korkak olduğunu belirterek bu noktada şunları söylemektedir:
"Bu insanlar, bir çeşit korkaklık gösteriyorlar. Başka bir alanda olsaydı onların bu davranışları küçümsemeyle karşılanırdı. Fakat olaylar din alanında geçtiğine göre bu iş hayranlık verici sayılmaktadır. Hangi alanda olursa olsun korkaklığa hayranlık duymam ben."
Russell'a göre, insanların üç çeşit korkusu vardır:
1. Doğanın kendisine yapabileceği şeyler: Yani tabiat onu yıldırımla çarpabilir, ya da depremle yutup yok edebilir.
2. Başka insanların kendisine yapabileceği şeyler: Örneğin onu savaşta öldürmek gibi.
3. İnsanların üzülüp pişmanlık duyabilecekleri şeyler.
Din insanların üzüntü ve korkularından en az etkilenmelerine yardımcı olmaktadır. Bir başka deyişle insanların korkularının üstesinden gelebilmeleri için dine gereksinim duyulmaktadır.
Russell'ın göz önünde bulundurduğu dinin her şeyden önce Hristiyanlık dini olduğu, daha sonra görüşlerini genel olarak din kavramının tamamına yaydığı görülmektedir.
Russell, zihinsel bakımdan herhangi bir dinin doğru olduğunu kabul etmek için elimizde yeterli kanıtın olmadığını söyler. Ona göre insanların dini kabul etmelerinin gerçek sebebinin akılla hiçbir ilgisi yoktur. İnsanlar dini duygu yoluyla benimsemektedirler. Ancak, duygularımızın bize hiçbir şekilde doğruyu bulmamızda yardımcı olamayacağını ve dolayısıyla inanmada ortaya çıkan duygu ağırlığının da bu anlamda bizi gerçeklerle buluşturmasının olanaksızlığına dikkati çekmektedir.
"İnananların, inanmayanlara nazaran genellikle daha mutlu veya daha mutsuz olduğunu görmedim. Yani inanmak insanları daha mutlu kılmıyor. Aynı şekilde inanmamak da insanları mutsuz kılmıyor. Bana göre, esas ve önemli erdemler, iyi kalplilik ve zekadır. İnanç vs. değildir. Böyle olmasına rağmen zeka, her türlü inançla engellenir; iyi kalplilik ise günah ve ceza duygusuyla körleşir."
Russell'a göre, dinin bir olumsuz yönü de, onun mantıkla olan ilgisini kuramamış olmasıdır. Ona göre, din ve dolayısıyla inanma, mantığa uygun düşmelidir.
Russell'a göre, Tanrı'nın varlığının kanıtlanması noktasında öne sürülen delillerin arka planında genellikle insanların inançlarını rasyonelleştirme çabaları yatmaktadır. O, Tanrı'nın varlığına inanma isteğinin birtakım deliller ortaya konulmasını sağladığını, böyle bir istek olmasa kanıtların ortaya konulamayacağı görüşündedir.
Russell'a göre, insanları Tanrı'ya inanmaya götüren şey, hiç de bir zihin muhakemesi değildir. Çoğu insanın Tanrı'ya inanması küçük yaştan öyle yetiştirildikleri içindir.
Tanrı'nın "ilk neden" olması hakkındaki görüşü: Her şeyin bir nedeni olması gerekiyorsa, Tanrı'nın da bir nedeni olması gerekir. Nedensiz herhangi bir şey olabilirse, dünya Tanrı'nın kendi de olabilir, böylece bu delilin geçerli bir yönü kalmaz. Russell'a göre, bu, Hinduların görüşüne benzer; onlara göre dünya, bir fil üstünde durmaktadır, filse bir kaplumbağanın. "Peki, ya kaplumbağa?" diye sorulunca, Hintli, "konuyu değiştirsek nasıl olur?" diye cevap vermiştir.
Bertrand Russell'ın "SORGULAYAN DENEMELER"inden:
* Düşünce özgürlüğü lehindeki temel sav, bütün inançlarımızın kuşku götürür olmasıdır.
* İnançların kanıtlara dayanma oranı onlara inananların sandıklarından çok daha düşüktür.
* Ateşli bir şekilde savunulan görüşler asla iyi bir temele dayanmayan görüşlerdir; gerçekten de şiddetli duygusallık, görüş sahibinin rasyonel kanıtlardan yoksun olduğunun bir göstergesidir. Politika ve din konularındaki görüşler hemen hemen tümüyle aşırı duygusallık ile bağıntılı olan türdendir.
* Çok kimse aklın tek işlevinin kişinin kendi özlem ve gereksinimlerinin doyumunu kolaylaştırmak olduğunu söylemektedir.
* Eskiden mantık, çıkarım yapma sanatıydı. Şimdi ise, doğal olarak, yapma alışkanlığımızda olduğumuz çıkarımların ender olarak doğru olduğu anlaşıldığından, mantık da bir çıkarım yapmaktan sakınma sanatı olmuştur.
* Rasyonelliğin kuramsal yanı, olgulara ilişkin kanılarımızı özlemlere, önyargılara, geleneklere değil, kanıtlara dayandırmaktan ibarettir. Rasyonel bir kimse, konuya bağlı olarak, bir hukukçudan ya da bir bilimciden farksızdır.
* Rasyonel bir kişi kesinliğin olanaklı olmadığı durumlarda olasılığı en kuvvetli olan görüşe en büyük ağırlığı verir, yabana atılamayacak ölçüde olasılığı olanları da varsayım olarak aklında tutar; çünkü bunların tercihini gerektiren bazı kanıtlar sonradan ortaya çıkabilir.
* İrrasyonalizm, yani nesnel hakikati yadsımak, hemen her zaman, hiçbir kanıtı olmayan bir şeyde ısrar etmek; ya da çok sağlam kanıtları olan bir şeyi yadsımak arzusundan kaynaklanır.
* Bazı fikirleri benimsemek veya onlara karşı olmak; ya da bazı konularda birşeye inandığımızı veya inanmadığımızı dile getirmek ceza yaptırımlarına yol açıyorsa düşünce "özgür" değildir.
* William James "inanma arzusu" konusunda öğütler vermiştir. Ben şahsen "kuşku duyma arzusu"nu öğütlemek isterdim. İnançlarımızın hiçbiri tam olarak doğru sayılmaz; hepsinde en azından bir belirsizlik, bir hata gölgesi mevcuttur.
* Kendi kuşkuculuğumuz hakkında bile kuşkucu olmalıyız.
* Gerçek bilgiye en yakın şeylerin yalnız bilim alanında bulunabilmesine rağmen, bilimcilerin tutumu kuşku doludur ve zamanla değişebilir.
* Bilimde bir gözlemci, sonuçları "olası hata" değerleri ile birlikte ifade eder. Bir ilahiyatçı veya politikacının dogmalarındaki olası hata payını belirttiğini, ya da onlarda herhangi bir hatanın var olabileceğini kabul ettiğini duyan var mıdır?
Bertrand Russell'a göre din ve korku
Russell, dini, insandaki korku duygusuyla temellendirmektedir.
"Dinin her şeyden önce ve genellikle korku üzerine kurulmuş olduğunu sanıyorum. Bu kısmen bilinmeyenin korkusudur, kısmen de... başınıza gelecek güçlüklerde ve itişmelerinizde yanıbaşınızda duracak bir ağabeyin olmasını size isteten korkudur. Bütün dinin kökü korkudur. Bilinmeyenin, yenilmenin ve ölümün saldığı korku."
Russell, yaşamın her alanında dine gereksinim duymanın yersiz olduğunu ve böyle davranmak isteyenlerin de korkak olduğunu belirterek bu noktada şunları söylemektedir:
"Bu insanlar, bir çeşit korkaklık gösteriyorlar. Başka bir alanda olsaydı onların bu davranışları küçümsemeyle karşılanırdı. Fakat olaylar din alanında geçtiğine göre bu iş hayranlık verici sayılmaktadır. Hangi alanda olursa olsun korkaklığa hayranlık duymam ben."
Russell'a göre, insanların üç çeşit korkusu vardır:
1. Doğanın kendisine yapabileceği şeyler: Yani tabiat onu yıldırımla çarpabilir, ya da depremle yutup yok edebilir.
2. Başka insanların kendisine yapabileceği şeyler: Örneğin onu savaşta öldürmek gibi.
3. İnsanların üzülüp pişmanlık duyabilecekleri şeyler.
Din insanların üzüntü ve korkularından en az etkilenmelerine yardımcı olmaktadır. Bir başka deyişle insanların korkularının üstesinden gelebilmeleri için dine gereksinim duyulmaktadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder